Makaleler Makale ve Araştırmalar Köşe Yazıları Türk Müziğindeki ‘Gizli’ Erkeklik
Makale Başlığı: Türk Müziğindeki ‘Gizli’ Erkeklik

Türk Müziğindeki ‘Gizli’ Erkeklik

Yazar: Gönül Paçacı • Eklenme Tarihi: 21.02.2014 • Görüntüleme: 3.384

Özet:
Eski müziğimiz, mensuplarının, kendini ifade etme değil, edememe aracı. Yeniden ve geçici varoluş yaşadığı bir sublimasyon

Kelimeler:
Türk müziği, müzik geleneği, müzik geçmişi, kolektif, Dede Efendi, Şakir Ağa, ferahnaz makamı, bestekar Rıfat Bey, Hacı Arif Bey, Yahya Kemal Itri dizeleri, Tutii mucize guyem ne desem laf değil, halk müziği, Yesari Asım, Osman Nihat Bey

Üzerinde, hiç de kısa sayılamayacak bir zamandır enikonu düşündüğünüz, kendinizi ait hissettiğiniz, pek çok girdi çıktısını kurcaladığınız bir alan. Bazen neredeyse milletin zevkine jandarmalık edecek kadar kaptırdığınız; kendinizi 'halk için, halka rağmen' pozisyonunda yakalayıp bunaldığınız; işin zevk alma kısmını nicedir kaybedip, yaşadığınız profesyonel deformasyonla boğuştuğunuz  hadi açık söyleyeyim, ağız tadıyla bir müzik dinleyemediğiniz  bir ruh hali. Ödenmiş, ödenmekte olan böylesi ciddi bir bedel varken, elalem açıp teybini, radyosunu beraberinde her işini görebilirken sen elin kolun bağlı, o 'fon müziğini' cümle cümle takipten kendini alamazken; bir soru, bir objektif kaydırmasıyla, kendini üzerinde düşünmediğin kör bir noktada bulman. Hani baştan anlamsız bir 'saçını süpürge etme' hali vardır ya kadınların, "Etmeseydin kardeşim, senden bekleyen mi vardı?" derler adama en ufak problemde, o hesap.

Standart bilgi

Müzik geleneğimizin geçmişine, farklı bir açıdan hareketle bakmaya çalışınca, aslında bize ulaşan ve bizim ulaşabildiğimiz bilginin ne denli standart olduğunu görüyoruz: Temel kavramlar, teknik ve estetik bilgi, melodik ve tematik ayrımlar, örnekleri, bestekarlar, dönemler ve benzeri... Tabii ki az şey değil de, gün gelip 'bu geleneği tesis eden adamlar'ın kendilerine ait en ufak bir ayrıntlyı seçemediğinizi gördüğünüzde kalakalıyorsunuz. Devasa bir yanılsama ortamı gibi, kendi kimliklerini  kişiliklerini bırakıp eridikleri bir alaşım. Üstelik sözel küItürden dolayı çok azını biliyoruz, muhtemelen bildiklerimizden bir kısmı da tartışmalı. Dev tapınakların sert taşlarına hiyeroglif işleyen binlerce işçi gibi.

Tekil analizin olanaksızlığı

Müzik geçmişimizdeki 'kolektif ve bireyi hiçIeştiren yapısal durum', aslında çok basit insanlık hallerine işaret eden az sayıdaki anektodu sevimli ve ilginç kılıyor. Dede Efendi ile Şakir Ağa'nın ferahnaz makamındaki çekişmelerinde bulunan çocuksu yan, bestekar Rıfat Bey'in padişahın huzuruna  hasta olduğunu söyleyerek  çıkmayan Hacı Arif Bey'i temelde kıskandığından, 'temaruz ediyor' diye ispiyonlaması gibi. Peki bu kadarcık da olsa, müzik eserlerinden, onları yaratan insanlara dair ipuçları edinemez miyiz? Hele çok büyük çoğunluğu erkek olan, zaten erkek  egemen bir sosyal yaşam üzerinde cereyan eden, oradan kaynaklanan sanat alanı nasıl olur da bu vurguları taşımaz? Bu ilginç çelişkinin nedenlerine geçmeden önce söylenmesi gereken temel bazı şeyler var. Bunlardan ilki çok genel olarak sanat eserinin üretildiği dönem, mensup olduğu tarz veya akım, üretim koşulları gibi büyük ölçekli altyapıdır ki, pazarı ve ürünleri belirler. Eserin içerdiği estetik anlayış bestekarın tasarrufu olmakla birlikte, sosyal psikolojinin alanına giren etkilenimler taşır. Sanat eserinin teknik yapısı ve gelenek görenek temelli elemanları nötr bir kimlik, dahası milliyet arz eder. Bu analitik adımların ikincisi bizi direkt edebiyata götürür. Şiir ve müziğin beraberliği yeni kurallar inşasına varacak derecede önemlileşmiştir müziğimizde. Şiirin içindeki anlam ve ahenk ilişkisi, bestekarı yönlendirir, manipüle eder. Yahya Kemal'in Itri dizelerinde "Musikisinde bir taraftan din / Bir taraftan bütün hayat akmış" dediği bütün hayat, Yahya Kemal'e daha doğrusu bize ait bir çıkarım değil mi? "Bize benzer o kainat" dediğimiz şeyin içinde şüphesiz Itri'nin kendisi var. Ama hangi huyu, hangi gerçek duygusuyla? Hayatları, kişilikleri hakkında zaten eksik ve problemli olan bilgimiz bize bu tekil analiz olanağını vermiyor maalesef. Zaten bestekarlar, başka bir inşa üzerinden, o insanın dilini güçlendirmek gibi bir yoldan göçerek ulaşabiliyorlar bizlere. Ne ulaşabildiyse tabii.

Gönlümün gözü çıksın!

Itri örneğinden devam edersek, diyelim Nef'i'nin çok bilinen gazelinde görülen üstün fahriye örneği: "Tutii mucize  guyem ne desem laf değil". Göğsünü gererek mucize söylediğini, hiç boş konuşmadığını ilan eden bu kuş kimi simgeliyor, bu segah yürük semaiyi kime mal edeceğiz sizce? Ne ona, ne ötekine. Burada sanat yoluyla söylenen 'ali' bir mesaj var ki çapı, bugünün bilgisiz, ilgisiz, yabancılaşmış dinleyici kitlesini aşıyor.
Görüldüğü üzere arada edebiyat gibi bir ortak olduğu için müzisyenlerdeki 'erkek olma bilgisi'ne dair ipuçları bulmak zor. Ancak, güfte tercihlerinden hareketle bir şeyler söylenebilir mi? Bu noktada repertuvarın büyük çoğunluğunu oluşturan divan edebiyatından seçilmiş sözlerin anlaşılabilmesi, izlenmesi gerekiyor. Yani mazmunları, remizleri, söz ve anlam sanatlarını, nazım şekillerini, hatta dini kıssaları ve mitolojileri bilmek lazım. Son bir yüzyıldır zorlama bir ayrımla 'halk müziği' dediğimiz aşık geleneği ve anonim folklor ürünleri cephesinde de benzerlikler olmasına rağmen, örnekleri biraz daha rahat bulabiliyoruz. Divan şiirine ve aruza yönelen aşıklar olduğu gibi tarikatların da yönlendirrnesiyle güfteler daha sanat kaygılı olabiliyor. Ancak bazı anonim örneklerdeki naif insani boyut, daha da vurucu hale gelebiliyor:
"Yüzünde göz izi var / Sana kim baktı yarim" diye betimlenen bir kıskançlık duygusu ve "Gönlümün gözü çıksın / Sevmeyeydim ezelden" diye dile getirilen pişmanlık duygusundaki gibi. Bu türe öykünen bir bestesinde Yesari Asım Bey de "Siyasi' kız gelin olmuş Urfa'ya gider / Bizi nasıl, beni nasıl terkeder, yarim elden gider" diye açık bir çaresizliği dillendiriyor. "Ben sevdim eller aldı, emeklerim heç oldu" diyen Gaziantep türküsündeki gibi.
Tanzimat dönemine, Hacı Arif Bey'e gelinceye değin, bu kadar itirafa bile cevaz vermeyen klasik musikide, adlı adınca cinsellik içeren ama muhtemelen bu sebepten tedavülden düşen büyük formdaki eserler yanında, (dileyen, güftesi Enderuni Vasıf'a ait olan "Dilkeşhaveran Beste"ye bakabilir) yoğun bir eşcinsellik iması da bulunur. Ama konumuz bu değil.

Duygusalhk, zayıflık...

Tematik analizimizi genel bir başka boyutu da ekleyerek sonlandıralım. Musiki edebiyatındaki simgeler ve mecaziar açısından en verimli kaynak, tasavvuf. Profan müzikte görülen efendi  köle, sultan  kul münasebetinin dinsel müzikteki yansıması, çok ayrı ve geniş bir terminoloji halini alır. Örneğin meyhane, saki, şarap, aşk, mum (ışık), pervane, vatan, gurbet çok özel anlamlar taşır tasavvuf dilinde.
Açık ve popüler dille yazılan gündelik müzik örnekleri, 'mahfiyetkar ve müeddeb' olmayı içselleştirmiş, öyle olması öğretilmiş eski müzisyenlerin eserlerini anlamamızın önünde ciddi engel. Selahattin Pınar'ın "Dudağın dudağımda kemençede yay gibi" güfteli eserini bir nevi tiksintiyle örnek gösteren rahmetli Bekir Sıdkı Sezgin'i ve radyoda duydukça Osman Nihat Bey'in "Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin" şarkısıyla dalgasını geçen, "Öleceksen öl be adam, böyle şarkı mı olur," diye söylenen dedemi hatırlıyorum. Bu kadar açık ve insani çağnşım, birebir çaresizlik ifadesi bile kaba ve yırtıcı gelebiliyordu demek? Ne de olsa bastırmayı öğrenmiş, duygusallığın zayıflık olduğu öğütlenmiş nesillerdi.
Esasen Farsça 'bağlamak' anlamına gelen bestelerini yaparken bir yandan da geleneğin tesisini sağlayan bestekarlık, muhayyel (?) sevgililerine 'nevresfidanım, servibülendim, canımın canı efendim' diye hitap ederken, kimbilir ellerinin altındaki 'harimi ismetlerine nasıl davranırlardı, bilebilir miyiz?
Yine bir kişisel deformasyon örneği vererek bitiriyorum. Yeni neslin müziği belki daha fazla ipucu içeren, duygusunu giziemeyen bir müzik ama bana fazla derin gelmiyor. Itiraf adına, sevgisi için "Roma'yı da yakarım" diyen çocuğun ifadesi karikatürden öte bir şey çizmiyor zihnime. Müzik sanatların en soyutu gerçekten. Eski müziğimiz de mensuplarının, kendini ifade etme değil edememe aracı olarak gönüllü teslim olduğu bir alan. Kendi kimliğinden, duygusundan, kompleksinden, zaafından vazgeçip, yeniden ve geçici bir varoluş yaşadığı bir sublimasyon.

 

Milliyet Sanat Ekim 2004