Makaleler Makale ve Araştırmalar Makaleler Platon ve Aristotales’te Sanat
Makale Başlığı: Platon ve Aristotales’te Sanat

Platon ve Aristotales’te Sanat

Yazar: Ufuk Alkan • Eklenme Tarihi: 05.02.2008 • Görüntüleme: 16.169

Özet:
Yunan ve Rönesans’tan sonraki Batı kültürünün özünü belirlemiş "mimesis" kavramı, hatta kavram olmaktan da öte, başlı başına bir sanat teorisi niteliğini taşıyan "mimesis" her olayda mistik bir yön sezen Aristo’nun Poetika’da belirlediği çerçeveye bağlı olarak günümüze kadar bütün yansıtma teorilerinin özünü oluşturur.

Kelimeler:
Platon, Aristotales, Sanat, Makale, Araştırma, felsefe

Yunan ve Rönesans’tan sonraki Batı kültürünün özünü belirlemiş "mimesis" kavramı, hatta kavram olmaktan da öte, başlı başına bir sanat teorisi niteliğini taşıyan "mimesis" her olayda mistik bir yön sezen Aristo’nun Poetika’da belirlediği çerçeveye bağlı olarak günümüze kadar bütün yansıtma teorilerinin özünü oluşturur.

Sanatta mimesise karşı bilinçli bir tavır alış Platon’undur. Devletin VII. kitabında anlatılan mağara allegorisi bütün bir sistemi verir. Mağara allegorisinde esirlerin aldandığı gölgeler, duyularımızla kavradığımız dünyanın aslında hiçbir realitesi bulunmayan verileridir. Bu aldatıcı dünyanın üstünde, ancak akılla kavrayabileceğimiz, dithrambos şiiri vb. gibi sanatların doğrudan doğruya mimesise dayandığını söyler. Gerçekten bütün Yunan sanatlarını Poetika’da belirlenen prensipler açısından ele almak olasıdır.

Aristo’nun Poetika’da temellendirdiği mimesis teorisi Rönesans sanatçıları tarafından öylesine benimsenir ki, Floransa’daki resim atölyeleri âdeta doğa ve anatomi araştırmalarının yapıldığı laboratuarlar hâline gelir. Sadece Leanardo da Vinci’nin defterlerini incelemek bile bu konuda ne kadar ileri gidildiğini anlamak için yeterlidir. Leanardo, "Yaptığınız resmin konu olarak aldığınız objelere tam benzeyip benzemediğini anlamak istiyorsanız bir ayna alın ve objelerin onda nasıl yansıdığına bakarak gördüğünüzü yaptığınız resimle karşılaştırın" diyordu. Bu düşüncenin pratik sonucu, bilindiği gibi, Vinci’nin karanlık kutusu ve dolayısıyla mekan illusion’u elde edebiliyorlardı. Bu da Andre Bazin’in dediği gibi "Dış dünyanın yerine benzerini geçirmek gibi tamamen psikolojik istekten başka bir şey değildi. Kendi kendinden hoşnutluğun etkisiyle çabucak büyüyen bu yanılsama gereksinimi yavaş yavaş plâstik sanatları yuttu"(1). Halbuki Platon yüzyıllar önce Leanardo’nun kullandığı kelimelerin hemen hemen aynısını kullanarak benzetmeci sanatçılarla şöyle alay etmişti: "‹stersen bir ayna al eline, dört bir yana tut. Bir anda yapılan gitti güneşi, dünyayı, yıldızları, kendini, evin bütün eşyasını..."bir idee’ler dünyası vardır ki asıl gerçek o dünyadır. ‹dee’ler belli bir düzen içindedir. ‹yi, bütün sistemi içine alır ve özetler.

Platon, sistemini ‘Devlet’in X. kitabında estetiğe de uygulamıştır. Duyularımızla kavradığımız dünyanın hiçbir gerçekliği bulunmadığına göre, mimesis realitesine dayanan sanatlar idée’lerin ikinci elden taklitlerini vermektedir. Örneğin yeryüzünde birçok masa ve sandalye vardır; fakat bunların hepsi iki idée’nin yani masa ve sandalye idée’lerinin içine girer. Masayı ve sandalyeyi yapan usta, yaptıklarını masa ve sandalye idée’lerine uydurmuştur. Peki masa ve sandalye resmi yapan ressamın yaptığı nedir? Şüphesiz masa ve sandalyenin belli koşullar altında herhangi bir görüntüsü veya masa ve sandalye idée’lerinin ikinci elden taklidi. Kısacası ressam realitenin değil, görünenin benzetmecisidir. Çünkü masa çeşitli bakış açılarına çeşitli görüntüler verir. Bu bakımdan Platon, mimesis realitesine dayanan sanatların, realiteyi yansıtmaktan çok uzak kaldığı düşüncesindedir. Mimesis asıl realite olan idéeler dünyasının değil, idée’lerin kopyası olan duyularımızla kavradığımız gölgeler dünyasını vermektedir. Eğer sanatçı, mağaradaki esir gibi geriye dönüp de realiteyi görebilse, mimesisten mutlaka vazgeçecektir.

Platon’a göre sanatçı, nesnelerin salt görünüşünden başkaca bir şeyi yansıtamaz. Sanatçının dünyası, gözlerimizi yanıltan aynayı andıran bir yansımalar dünyasıdır. Eğer sanatçı, gerçekten bir marangoz gibi nesneleri yaratabilecek konumda olsaydı, o zaman realitenin arayıcısı olan düşünür ondan memnun kalabilirdi. Fakat sanatçı, duyuların aldatıcı ve geçici dünyasının bir taklitçisi olarak bizi realiteden uzaklaştırdığı için, Platon tarafından ideal devlete kesinlikle alınmamaktadır.

Platon’un güzel sanatlar alanındaki yansımalara yönelttiği saldırının şiddeti, bize gözden uzak tutulmaması gereken bir tarihsel bağlamı anımsatmaktadır. Platon satırlarını yazdığı sırada mimesis, henüz çok yeni bir buluştu. Günümüzde Platon gibi, mimesisi yadsıyanların sayısı kabarıktır; ancak, bu kişiler de sanatın bütün tarihi boyunca, Yunan resim ve yontu sanatının ‹.Ö. VI.yüzyıl ile V.yüzyılın sonu arasında kalan dönemdeki uyanışından daha heyecan verici ve daha ilginç bir olaya rastlanamayacağını yadsıyamayacaklardır.

Ne var ki, Aristo böyle düşünmüyordu. Ona göre hocasının en büyük yanlışı, materyalden ayrı bir idée’ler dünyası düşünmesidir. Oysa o materyal karşısında sanat hakkındaki görüşlerini şöyle haykırmıştır: "Eşya maddesel gücünü kaybetmesi derecesinde hafiflik, kalbe yakınlık ve mükemmellik kazanır". "Her insanda, yaratılıştan bilmek ve öğrenmek isteği vardır. Duyuların içinde en yararlı olan, her şeyi ayırt eden gözdür." Görerek bilgi topladığımızı söyler.

Şayet idée’ler eşyanın özü ise, eşyadan ayrı olarak nasıl düşünülebilir? Eşya bir form olarak var olduğuna göre, idée onun içindedir. Bu noktadan hareket eden Aristo, eşyanın "objektif" varlığa sahip olduğu sonucuna varır. Eşyada düşüncenin ayırdığı, fakat birbirinden ayrı olmayan teşkil edici bazı unsurlar vardır. Bu unsurların en önemlisi, "içerik" yahut ruh diyebileceğimiz idée’dir. Madde ise idée’nin zorunlu desteğidir. Nasıl ki güzellik kavramından söz edebilmek için güzellik idée’sinin bulunması gerekiyorsa, bunun gibi nesnelerin güzelliğinden söz edebilmek içinde güzel nesnelerin bulunması gerekir.

Görüldüğü gibi Aristo, estetiği kurarken, Platon gibi aşkın bir güzellik idée’sinden değil, objelerden ve tek tek sanat yapıtlarından hareket etmektedir. Böyle olunca, sanatı da somut varlıkların bir yansıması, başka bir deyişle taklidi olarak alıp değerlendirecektir.

Aristo Poetika’nın başında sanatın anlamını çözmeye çalışarak, "Mükemmel mutluluk, akıl denen en yüksek fakültenin çalışmasıyla doğuyorsa, maddesel olanı azaltmak, hafifletmek, hatta silip süpürmek gerekir" diyordu. Aristo’da sanat kavramı soyut bir kavramdır. Bu kavram sanatta sezgi yolunun en yüksek kademesidir. "Varlıklar plastik unsurları saklar. Bulanıklığı ve karışıklığı arıtmaya çalışmak, düzeni bulmak demektir" diyordu. Plâstik elamanlar şuurun takdirine giremezler. Şuuraltının takdiriyle lâyık oldukları değeri alırlar.

Nesneler, karar vermede yardım eder; fakat şuurun bundan haberi olmaz. Sanatçının konuya bağlılık derecesi, plâstiğe yakınlaşma anlamı çerçevesinde, uyumlu bir düzendir. Plâstik sanatları incelemek, edebiyat yapmak demek değildir. Sanat yüzyıllar boyu, ruha ve dünyaya ait yüksek değerlerin, çevre ve yaşam koşullarının telkin ettiği realitelerde ve psikolojik kanunlar yönünde değerlidir.

Sanatçının eşyayı, ancak mutlak doğruluk içinde kavraması mümkündür. Olayları ve eşyanın nitelikleri kategoriler olarak, aralarında benzerlik ve ilgi bulunan şeylerin hepsinin, egemen nitelikleri devamlılık gösterirler.

Aristo’ya göre sanat, eşyada devamlı var olanı taklitten doğmuştur. Sanat için bundan daha güzel bir analiz ve sentez olamaz. Bu gerçeğe varmada nesneler: Nispet, kıyas, kategorik ayrımlar, kontur, simetri- hepsi birden rol oynarlar. Herşey yuvarlak ve daireseldir. Dairesel eylemi tamamlar. Sebeplerini araştırmak o şeyin sınırını atamak demektir ki; akla ve Tanrısal kanunlara uyan da budur. Tanımak ve bilmek, hüküm için gereklidir. Bunun koşulları da sanatçının göz ve el terbiyesi ve düşünsel istidadına bağlıdır. Tercihler duygu kanunlarıyla ilgi çekicidir. Bu sebeple plâstik sanatlar, (1) Andre Bezin, Çağdaş sinemanın sorunları, Ankara, 1966, s.33 devamlı hareketi sembolize ederler. Hareketi de karakterize edebilmek, en az iki şeyin pozisyonu ile mümkündür. Küresel olan formlar bir eksende hareket eder. Nefretle sevgi bir arada yaşayamaz. Kontrastlar armonisi olarak sezilen ve bilinen sanat, bir şeyin varlığı için, onun kontrastının da var olduğuna işaret sayılır.

"Sanat, âlemi kavrama iradesi olarak felsefe ile, iç realitenin ifadesi olmak gücüyle, bir bütün olarak sanat yapıtında anıtlaşır. Etki gücünün şahikasına varır, sonsuzluk arar". Sanatta formül yok, sadece kanun vardır.

Platon’a göre, bozulmaya ve değişmeye eğilimli olan eşya, güzel olamaz. Eşya daima eksik ve kabadır. Realitede iki model vardır: Biri değişmeye, çürümeye ve ölmeye esir; diğeri, bu eşyanın anımsattığı mutlak güzeldir. Platon’un sanat nazariyesi, anımsatmaya ve anımsamanın tutuşturduğu sönmez aşka dayanır.

Aristo’ya göre nesneler fani olmaktan kurtulamazlar. Bununla birlikte kendilerinde saklı cevheri, alın yazılarını aramak lâzımdır. Aristo güzelliğin karakterini; düzende nispette, sınırda görür. Düşünce ve fikir yürütme sistemiyle; miktar, nispet ve matematik ölçülerde bulur. "Estetik,bir şeyin bütünüyle parçaları arasında sezilen matematik nispetleridir" der. Hak batılı boğar. Bu Aristo’nun sanat estetiğinde aynen değişmez bir prensip olmuştur. Aristo’da estetik düşünce, ilimsel bir karakter taşır. Hiçbir şey rastgele olmaz, düşünce ve düzen fikri her şeye egemendir.

Aristo, sanatı taklitte; varlığın saklı bıraktığı realiteyi, varlığın izlediği yolun taklidinde bulur. "Her şeyde zaruret vardır. Her şey zarurî olan yöndedir." Zekâ ve hassasiyetin getirdiği bir anlayış, estetiğin bir prensibidir. Bu sanat görüşünde eşya ihtiraslardan silinir, yıkanır, taze, ferah ve ruhsal bir amaca yönelir.

Aristo, sanatın kendine ait olan fonksiyonunu sezerek, sanatın gençleri yaşama hazırladığını duygu ve hareketlerini düzenlediğini söyler. Bu sebeple sanatın her toplumda ilk felsefe ve ilk düşünce olduğunu kabul eder. Madde ve onun bulanık şeklinden, saf, asil, ruhsal güçleri ayırıp ortaya çıkarmak için, insan tarafından konulan prensibin adına "sanat" demiştir.

Aristo sanatı, artistik bir yaratma ve taklit olarak görür. Fakat ona göre taklit, realiteye inanmaktır. Nesneler sanat için bir bahanedir. Sanat, yüksek ve mistik bir telkin için sebep ve koşulları araştırmaktır. O sanatı, varlığın içinde bir abstre bir sentez olarak görür. Onun sanat esprisi şöyle özetlenebilir: Matematik, geometri ve karakterin sınırladığı, zekânın belirlediği, duygusal bir sistem. Karakterde matematik bir sınırlama vardır. Fakat bu, amaç değil, araçtır. 


KAYNAKÇA

1. E.H. Gombrıch, Sanat ve Yanılsama, Remzi Kitabevi
2. Bekir Ayvazoğlu, Aşk Estetiği, Birlik Yayınları
3. Şeref Bigalı, Resim Sanatı
4. Aristotales, Poetika