Makaleler Biyografiler Şairler “Edebiyatçılarımız Konuşuyor”
Makale Başlığı: “Edebiyatçılarımız Konuşuyor”

“Edebiyatçılarımız Konuşuyor”

Yazar: Varlık Yayınları • Eklenme Tarihi: 13.11.2006 • Görüntüleme: 8.588

Özet:
Ve o şiir bitinceye kadar siz işgal altında bir memleket gibisiniz.

Kelimeler:
Varlık Yayınları, Edebiyatçılarımız Konuşuyor, Zafer Kalfa, şiir, Fransız mektebi, söyleşi, Türk Edebiyatı, Mülkiye mektebi, Güler Ariman

"EDEBİYATÇILARIMIZ KONUŞUYOR"
 

Varlık Yayınları- dergisinin 1950’li yıllarda, Türk edebiyatçılarıyla yaptığı söyleşilerin derlemesinden oluşan “EDEBİYATÇILARIMIZ KONUŞUYOR” (Varlık yayınevi, Kasım 1976) adlı kitaptaki Cahit S. Tarancı (1910- 1956) ile yapılan söyleşi:[1] 

- Edebiyata karşı ilk alâka sizde ne zaman ve nasıl uyandı?
- İlkokuldayken Namık Kemal’in, Tevfik Fikret’in, Mehmet Emin’in şiirlerini inşat ederek[2] okumayı çok severdim. Fransız mektebine geçtiğimde durmamacasına roman okumak iptilâsına[3] tutuldum. Yine o tarihlerde Diyarbakır’daki kız kardeşime uzun, muntazam mektuplar yazdığımı hatırlıyorum. Fakat bende edebiyata ve bilhassa şiire karşı hakikî ve köklü denebilecek ilk alâka Galatasaray onuncu sınıfta sıra arkadaşım Ziya Osman Saba’ nın delaletiyle tanıdığım Baudelaire ile başlar. Bu dev Fransız şairini içime sindire sindire okuduktan sonradır ki, şiir yazmak benim için teneffüs etmek, yemek, içmek kadar tabii bir hayat faaliyeti oldu.
(…)

- Çalışkan bir talebe miydiniz? Hangi dersleri sever hangilerinden hoşlanmazdınız? Talebelik hayatınıza dair zikretmek istediğiniz hatıralarınız var mı?
- Liseye kadar adamakıllı çalışkan bir talebeydim, hele Fransız mektebinde çoğu zaman sınıfın birincisiydim. Dersler arasında bir fark gözetmez, hepsini aynı aşkla öğrenmeye gayret ederdim. Fakat liseden itibaren riyaziye[4], fizik ve kimya ve tabiiye beni sıkmaya başladı(…). Talebelik hayatıma dair hatıralarım mı? Çook…birini anlatmadan edemeyeceğim:
Mülkiye mektebindeydim. Harikulade bir Nisan günüydü. Üçüncü derse girme zili çalmıştı. İçimde bir pirelenme vardı. Bu havada derse girilir miydi? Hem de kimin dersiydi biliyor musunuz? Bugün son derece hürmetkârı olduğum Sıddık Sami’nin. Böyle bir günde medeniye hukuku dinlemek mi yoksa dersten kaçıp çimenlere uzanmak veya kırlarda dolaşmak mı? Tahmin edeceğiniz gibi, fazla tereddüt etmedim. Arkadaşlar kurbanlık koyunlar gibi derse girerken ben de hürriyeti seçmiş olmanın keyfiyle yukarı bahçeye çıktım ve çimenlere uzanarak bahar üzerine bir şiir düşünmeye başladım. Bir yandan da sigaramı tellendiriyordum. Aradan bir çeyrek saat geçmişti, geçmemişti, Yanıbaşımda bir ses duydum: “Ne o Cahit bey; derse girmediniz mi?” İstifimi bozmadan mihaniki[5] olarak cevap verdiğimi hatırlıyorum: “Hayır efendim, hava o kadar güzel ki, derse girmeğe gönlüm razı olmadı” Numaramı not defterine yazıp lâhavle kabilinden başını sallayarak yanımdan uzaklaşan zat, o zamanki müdür muavinimiz Zeki Bey idi; 1950 Türkiye Güzellik Kraliçesi Güler Ariman’ ın babası. Güler o zaman bir yaşında vardı, yoktu.

- Nasıl yazarsınız? Mevzularınızı arar mısınız? Ve sırf yazmak ihtiyacıyla masa başına hazırlıksız oturduğunuz olur mu?
- Nasıl yazdığımı ben de açıkça bilmiyorum, dersem şaşmayınız. Şiirde, bu hiç belli olmaz. Yemek yerken veya yolda yürürken bir mısra geliverir, galiba Valery’ nin yukarıdan inen mısraı gibi bir şey. Bakarsınız o zaman kadar karanlık gördüğünüz bir dünya birden bire aydınlanmış. Artık o mısra kılavuzunuz olur, yazacağınız şiirin mevzuunu, şeklini, boyunu bosunu, hepsini o tayin eder. Ve o şiir bitinceye kadar siz işgal altında bir memleket gibisiniz. Dairede çalışmanızı, yemeğinizi, gezmenizi, uykunuzu ona tahsis etmek zorundasınız(…) Bu arada kalbinizin, sinirlerinizin kafanızın, hatta kollarınızın ve ayaklarınızın akıl sır ermez bir işbirliği halinde çalıştığını görürsünüz. Gerçekten güzel şiirlerdeki hayatiyet belki de buradan geliyor(…)

- En çok hangi yazarların tesiri altında kaldınız?
- (…) bilhassa Baudelaire ve Verlaine’e çok şey borçluyumdur; bu şairler insana şahsiyetini bulduran cinsten, ağabey ve dost şairlerdir; insana kötülük değil iyilik ederler. Bizim şairler arasında da dikkatli bir şiir okuyucusuna çok şeyler öğretecek olanları vardır. Divan şairlerimizden ,halk şairlerimizden faydalandığım kadar Yahya Kemal’den, Haşim’ den ve daha yenilerinden de yoluma ışık serpmiş olan şiirler hatırlıyorum. İşini namuslu gören her şair kendisinden sonra geleceklere muhakkak bir şeyler öğretir(...)

- Yeni çalışmalarınız var mı?
- Dağınık mısralardan, beyitlerden ,kıtalardan bahsetmesem daha iyi olur.
(…)

- Edebiyatımızın gelişmesi için neleri gerekli görürsünüz?
- Sanatkâr gönül rahatlığıyla çalışabilmek için bu faaliyetine herhangi bir şekilde müdahale edilmemesini ister; bu da onun en tabii hakkıdır. Bir sanatkârın herhangi bir şekilde himaye edilmesine taraftar değilim. Sanatkâr hayat kavgasında yalnız kala kala, mağlup ola ola kendisini olgunlaştırır. Ekmeğini kazanmak için başka bir iş tutması mı lazım? Tutsun. Yazacak şeyi varsa herkesin uyuduğu saatlerde yazar. Sanatkâr bu haysiyetini idrak etmeli ve asla uşak dalkavuk derecesine düşmemelidir(…)




DİPNOTLAR:
  1. Söyleşiyi “(…)” işaretiyle belirttiğim yerlerdeki kısaltmalarla aktarıyorum (Z.K.).
  2. Bir şiiri, toplum önünde ve yüksek sesle okumak.
  3. Düşkünlük, tutku.
  4. Matematik.
  5. Düşünülüp ölçülerek değil de, sırf alışkanlığın verdiği kolaylıkla yapılan iş.