Makaleler Makale ve Araştırmalar Makaleler Benedetto Croce’de Estetik’in Bir Bilgi Problemi Olarak Temellendirilmesi
Makale Başlığı: Benedetto Croce’de Estetik’in Bir Bilgi Problemi Olarak Temellendirilmesi

Benedetto Croce’de Estetik’in Bir Bilgi Problemi Olarak Temellendirilmesi

Yazar: İsmail Tunalı • Eklenme Tarihi: 30.08.2006 • Görüntüleme: 4.886

Özet:
Estetik fenomeni, ya da sanat fenomenini oldum olası bir bilgi problemi olarak ele alan düşünürlere rastlanır. Bunlara göre, este­tik ya da sanat olayı insan ile nesneler dünyası arasında meydana gelen bir tür bilgi olaydır.

Kelimeler:
Benedetto Croce, estetik, bilgi, problem, temellendirme

1.

Estetik fenomeni, ya da sanat fenomenini oldum olası bir bilgi problemi olarak ele alan düşünürlere rastlanır. Bunlara göre, este­tik ya da sanat olayı insan ile nesneler dünyası arasında meydana gelen bir tür bilgi olaydır. Örneğin Antik felsefede böyle bir düşünceyi Platon'da buldugumuz gibi, Yeniçağda estetik'i bağımsız bir bilgi kolu olarak kuran A.G. Baumgarten'da ve çağımızda da Be­nedetto Croce'de buluyoruz. Bu örnekler daha pek çok çoğaltılabilir. Bizim burada özellikle ele almak istediğimiz çağımızın ünlü italyan düşünürü ve estetikçisi B. Croce'nin estetik'i ya da sanat fenomenini bir bilgi problemi olarak nasıl temellendirdiğidir. Çünkü Croce, es­tetik'i ya da sanat fenomenini bir bilgi problemi olarak temellendi­rirken, bunu, tamamen kendine özgü bir yolda yapar ve daha önce sanat fenomenini bir bilgi problemi olarak temellendiren düşünür­lerden tamamen ayrılır. Bunun için simdi ilkin Platon'un ve Baum­garten'ın estetik'i ya da sanat problemini bir bilgi problemi olarak nasıl temellendirdiğine, Croce'nin problemi temellendirmesi için bir hazırlık ve bir karşılaştırma olmak üzere kısaca işaret etmek isti­yoruz.

Platon, şöyle bir imaj ile problemi ortaya koyar: «istersen bir ayna al eline, dört bir yana tut. Bir anda yaptın gitti güneşi, yıldızları, dünyayı, kendini, evin bütün eşyasını, bitkileri, bütün canlı varlıkları. - Evet görünürde varlıklar yaratmış olurum, ama hiç bir geçerliği olmaz bunların. - İyi ya, tam üstüne bastın, işte düşüncemin; çünkü bu türlü varlık yaratan ustalar arasına ressamı da koyabiliriz değil mi?» (1) .

Dış dünyaya tuttuğumuz ayna içinde, nesneleri ve nesne dün­yasını meydana getirmiş oluruz; ama, bu, ayna içindeki dünya bir gerçek nesneler dünyası değildir, tersine nesnelerin sadece birer görüntüsüdür (eidola), birer benzetmesidir, birer kopyasıdır (mime­sis). Bütün sanat etkinliği, böyle bir benzetme ve kopya etkinliğini gösterir. Her sanat eseri de, buna göre, tıpkı bir ayna içine düşen bir evren gibi nesneler dünyasını yansıtır.

Sanat bize gerçekliği değil, bir görüntüyrü, bir kopyayı göste­rir. Çünkü sanatta söz konusu olan gerçeklikler değil, sadece görün­tülerdir. Sanatçı ile nesneler arasındaki ilgi, taklit (mimesis) ilgisidir. Sanatçı nesneleri, görünüşleri taklit eder, yani kosmos aisthetos'u (duyulur dünyayı). Ama, Platon'a göre, gerçek varlık kosmos noetos'tur, idea'lar dünyasıdır. Sanatın taklit ettiği nesneler, aslında gerçek varlıklar olan ideaların gerçeklikten yoksun bulunan kopya­larıdır. Buna göre de sanatın ortaya koyduğu şeyler, kopyaların kopyaları olacaktır. O halde sanat, gerçeklik ile değil, kopyalarla ilgilidir. «Öyleyse diyebiliriz ki, şairler, Homeros başta olmak üzere, en yüksek değerleri anlatırken olsun, herhangi bir şeyi uydururken ol­sun, birer benzetmecidirler sadece; gerçeğin kendisine ulaşamaz­lar» (2). Bunun nedeni, sanatçının bilgisizliğinde bulunur. Gerçeğin kopyasını taklit eden sanatçı, gerçek hakkındaki bilgisizliğinden ötürü bunu yapar. Sanatçının, benzetmecinin, taklitçinin bilgisizliği­nin nedeni, onun doxa (sanı) ile ilgili olmasıdır. Doxa dünyası, çok­luğun ve tek tek şeylerin dünyasıdır. Doxa, görünüşlerin, idea'ların kopyalarının doğruluktan yoksun olan bilgisidir. Bu bilgiyi duyula­rımız sağlar. Sanıların (doxa) ötesine, gerçek varlığın ülkesine yal­nız akıl yoluyla ulaşılabildiği gibi, gerçek varlığın bilgisini de (episteme) yalnız akıl sağlıyabilir. Sanı (doxa) bir bilgi olarak de­ğersiz olduğuna göre, bir sanı olan sanat da değersiz olacaktır. Çün­kü bir sanı olarak sanat, insanları aldatan, doğruluktan yoksun olan bir bilgidir(3).

A. G. Baumgarten'a gelince: Hocası Chr. Wolff, felsefe siste­minde büyük bir boşluk bırakmıştı: duyu bilgisini ele almamıştı. işte Baumgarten, bu boşluğu doldurmak amacıyla işe koyulur ve duyu bilgisini araştırır. Bu araştırmadan da estetik dediğimiz ba­ğımsız felsefe disiplini doğar.

Aesthetica adlı ana kitabının ilk cümlelerinde Baumgarten es­tetik'i şöyle tanımlar: «Aestlaetica est scientia cognistionis sensitivae (estetik, duynllur bilginin bilimidir). İmdi estetik'i belirleyen bu cognitio sensitiva (duyulur bilgi) ne ifade eder? Meditationes adlı yazısında sensitiv (duyusal) kavramından ne anladığını şöyle be­lirtir: «Aşağı bilgi yetisinin ortaya koyduğu tasavvurlara sensitiv (duyusal) adını veriyorum.» Aesthetica'da da yine cognitio sensitiva (duyusal bilgi) kavramını şöyle tanımlar: «Complexus repraesen­tationum infra distinctionem subsistentium (Açık veya seçik şeyle­rin altında bulunan tasavvurlar bütünü) ». Estetik, açık ve seçik ol­mıyan bir bilginin, sensitiv (duyusal) bilginin bilimi olarak tanım­landığına göre, açıklık ve seçiklik estetik bilginin ölçüsü değildir; açıklık ve seçiklik, intellectuel (zihni) bilginin ölçüsüdür. Sensitiv, yani estetik bilginin özelliği, açık ve seçik olmak değil, tersine, açık ve seçik olmama, yani bulanık olmadır. Intellectuel bilgi, mantık bil­gisidir. Mantığın ödevi, açık ve seçik tasavvurların ilgi ve bağlılığını, onların doğruluğgunu araştırmaktır. İmdi buradan şöyle bir soru doğgar: Acaba, cognitio sensitiva'yı (duyusal bilgiyi) araştıracak bir bilim olamaz mı? Baumgarten'a göre, böyle sensitiv tasavvurları araştıracak bir bilimin varlıgı zorunludur. Böyle bir bilim estetik olacaktır.

Buradan anlaşıldığı gibi, estetik, Baumgarten'a göre, bir çeşit bir mantıktır, onun deyimi ile «mantığın küçük kızkardeşidir». Ama, estetik'in konusu, duyusal bilgi (cognitio sensitiva) olduğuna göre, buradan şu sonuç çıkar ki, estetik duyusal bilginin mantığıdır, bu­nun yanı sıra bir bilgi teorisidir (gnoseologia). Ne var ki, bu bilgi teorisi ve mantık, aşağı bilginin bir mantığıdır. Bunun için estetik, bir gnoseologia inferior'dur; buna karşlık düşünmenin bilimi ola­rak mantık, bir gnoseologia superiordur. Mantığın ödevi zihin et­kinliğini, yukarı bilgi yetisini, yani facultas cognoscitiva superior'u incelemektir; estetik'in ödevi ise, duyarlığı, yani aşağı bilgi yeti­sini, facultas cognoscitiva inferior'u incelemektir (4) .

Problemin Platon ve Baumgarten'de nasıl ele allndığını gördük­ten sonra, şimdi B. Croce'nin problemi nasıl temellendirdiğini göre­biliriz.

2.

Bir idealist çizgi yönünde gelişen Croce felsefesinin çıkış nok­tası tin (spirito, Geist) kavramıdır. Tin, bir temel varlıktır, bir hakiki gerçekliktir. Tinin özü, varlıktır, realitedir. Fakat, tin, olmuş bitmiş bir gerçekliği göstermez, tersine tin, hayat gibi canlı bir sü­reçtir, bir gelişmedir. Tin, eylem, etkinlik demektir. Sürekli bir et­kinlik olarak kavranan tin, iki autonom, dialektik biçime ayrılır. Tin, bir yandan teorik etkinliktir, öbür yandan Pratik etkinliktir. Teorik etkinlik, bilme etkinliği halinde ortaya çıkar; pratik etkinlik ise, isteme etkinliği olarak. Bu teorik ve pratik biçimler, tinin iki ana biçimidir. «Tinin teorik biçimi ile insan nesneleri kavrar, tinin pratik biçimi ile onları degiştirir; birisi ile evrene yaklaşır; öteki ile evreni yaratır.» (5) Bu iki ana tin etkinliği de, kendi içlerinde bazı alt basamaklara ayrılırlar. şöyle ki: Teorik etkinlik, bilme etkinliği, bir yandan bir sezgi (intuition) bilmesini, ifade'yi (expression) gösterir, öbür yandan da zihinsel, kavramsal bilmeyi gösterir. Pratik etkinlik de, aynı şekilde bir yanıyla ekonomik etkinliği, bir yanıyla da moral etkinliği gösterir. Böylece tin, bu dört etkin­lik biçiminden oluşan bir bütünlüğü gösterir. «Bütün tin felse­fesini temel elemanları içinde gösterdiğimiz bu bütünsel görüş için­de, tini dört eleman veya basamağa sahip olarak düşündük; bu dört eleman veya basamak o şekilde düzenlenmiştir ki, teorik etkinliğin pratik etkinliğe karşı tavrı, birinci teorik basamağın ikinci pratik basamak karşısında aldığı tavır gibidir. Dört eleman, somut olarak birbirileriyle, her birisi kendinden önce gelene dayanmak suretiyle baglıdır. Kavram ifade olmaksızın var olamaz; faydalı, kavram ve ifade olmaksızın ve ahlâk da (moralite), kendinden önce gelen diğer üç basamak olmadan var olamaz.» (6) Bütürn tin, demek oluyor ki, bu dört tin biçiminde oluşur. Croce'ye göre, «tin etkinliğinin bir beşinci biçimi yoktur. Bütün diğer (tin) biçimlerinin ya hiç bir et­kinlik karakterine sahip olmadıkları veya daha önce gözden geçir­miş olduğumuz etkinliklerin sözcül (verbal) değişmeleri veya kar­maşık ve türetilmiş ve kendilerinde çeşitli etkinliklerin birbirine karıştığı ve daha özel ve tesadüfi içeriklerle dolu olgular olduğu ko­layca kanıtlanabilirdi.» (7) O halde hakiki varlık ve gerçeklik olan tin, bu dört etkinlik biçimi içinde oluşur ve gelişir.

Bu dört tin biçimi içinde bizi burada ilgilendiren teorik etkinlik, yani bilme etkinliğidir, özellikle de sezgi ve ifade etkinliğidir. İmdi bu teorik etkinlik, bilme etkinliği nedir? Croce'ye göre, «bilginin iki şekli vardır: bilgi ya sezgi bilgisidir veya mantık bilgisidir; ya fan­taziden doğan bilgidir veya zihinden; ya bireysel olanın bilgisidir veya tümel olanın; ya tek tek nesnelerin bilgisidir veya onların bir­birileri ile olan ilgilerinin bilgisidir; bilgi, bütünüyle ya imgeleri veya kavramları meydana getirir.» (8) Croce'nin yukardaki sözlerin­den de anlaşıldığı gibi, kavramsal bilgi, nesnelerin birbirleriyle olan ilgilerinin bilgisidir. Nesneler arasında kurulan ilgi ise, bir zihin işlemi ile olur. Bundan ötürü kavramsal bilgi, zorunlu olarak zihin bilgisi ya da mantıksal bilgidir.

Sezgi bilgisine gelince, bu, doğrudan doğruya sezgiye (intuition) dayanan bir bilgi olup, kavramsal bilgiden tamamen bağımsız, auto­nom bir bilgidir. «Gündelik hayatta devamlı olarak sezgi bilgisine dayanılır. Kesin hakikatlar hakkında tanımlar verilemiyeceği, bu hakikatların tasımlarla kanıtlanamıyacağı, onların sezgi ile kavran­ması söylenir. Olguların sahip olduğu şartlara dair hiç bir canlı sezgisi olmıyan soyut düşünürü politikacı yerer; pedagog her şey­den önce öğrencide sezgi yetilerini geliştirmek zorunluluğu üze­rinde durur ve tenkitçi, bir sanat eseri karşısında dururken teori ve soyutlamaları bir yana atmayı ve onu doğrudan doğruya sezgiye dayanarak değerlendirmeyi bir şeref bilir; ve son olarak iş adamı, zihnin çıkarımlarından daha çok sezgilerine göre yaşadığını itiraf eder.» (9) Görüldüğü gibi, sezgi (intuition) bilgisi, gerçek hayatın içinde doğan, gündelik yaşantılarımız içinde oluşan bir bilgidir. Ama bu bilgi, kavramsal bilgiye karşıt olan bir bilgidir. Bu karşıtlık, her­şeyden önce, onların özünde temellenir. Çünkü, sezgi, bize bireysel olanı verir, kavram ise tümel olanı. «Şunlar sezgilerdir: bu ırmak, bu göl, bu dere, bu yağmur, bu bardaktaki su; ve şunlar da kavram­dır: su, fakat bu veya şu görünüş olarak, özel olarak değil de, doğrudan doğruya ne zaman ve nerede olursa olsun, su olan şey; su, sonsuz sayıda bir çok sezgi için var olan bir maddedir; fakat yal­nız biricik ve değişmez bir kavram için bir maddedir.» (10) Fakat, şimdi bu bireysel olanın bilgisi ile tümel olanın bilgisi arasındaki ilgi sorulabilir. Gerçi, bunlar iki ayrı bilgi türünü gösterirler, ama, aralarında belli bir ilginin olacağı da tabiidir. `Bu su' ile `genellikle su arasında nasıl bir ilgi vardır? Yukarda da söylendiği gibi, «kav­ramlara dayanan bilgi, nesnelerin birbirleri ile olan ilgilerinin bil­gisidir; fakat nesneler sezgilerdir. Sezgiler olmadan hiç bir kavram mümkün değildir. » (11) Sezgi bilgisi, kavram bilgisinden bağımsız ve autonom olduğu halde, kavramsal bilgi sezgi bilgisine dayanır. `Genellikle su' kavramsal bilgisi, `bu su' sezgi bilgisi olmadan mey­dana gelemez. Sezgi bilgisinin varlığı, kavramsal bilginin meydana gelebilmesi için zorunludur. Ama, ne var ki, bu yönden nominalist olan Croce'ye göre, sezgi bilgisi real hayatta bu kadar önemli bir rol oynadığı ve kavramsal bilgiye olanak hazırladığı halde, teorik alan­da lâyık olduğu önem ve ilgiyi bulamaz. «Sezgi bilgisinin günlük ha­yatta gördüğü geniş ölçüdeki kabulün, teori ve felsefe alanında hiç bir şekilde aynı veya ona uygun bir karşılığı yoktur. Çok eski ve herkes tarafından itirazsız olarak kabul edilen bir zihin bilgisi bili­mi vardır: mantık. Fakat, sezgi bilimini hemen hemen kimse hoş gör­mez veya yalnızca pek az kişi tereddüt ederek ona karşı hoş görür­dür. Mantık bilgisi, aslan payını almıştır; ve bu arada sezgi bilgisi­nin hakkını tümüyle yemiyorsa da, ona zavallı bir yeri lâyık görür: uşak gibi.»(12).

İmdi, teorik bilgi, mantık bilgisi tarafından aşağı görülen bu sezgi bilgisinin bize bireysel var olanı verdiğini söyledik. Bireysel olan, duyusal olarak kavranan şey olduğuna göre, buradan sezgi bilgisinin duyusal bilgi ile, algı bilgisi ile aynı olduğu ortaya çıkmaz mı? Croce'ye göre, çıkmaz, çünkü, sezgi (intuition) kendine özgü bir bilme yetisi olup, o hem algıdan hem de duyum ve tasavvurdan farklıdır. Şimdi sezgi bunlardan hangi özelliklerle ayrılır? bunu görmeğe çalışalım. İlkin algıdan olan ayrılığı işaret edelim. Croce'ye göre, «algı, şüphesiz sezgidir; içinde yazı yazdığım odanın, mürekkep hokkasının, önümde duran kâğıdın ve yazı yazdığım kalemin, elimle kendilerine dokunduğum ve yazı yazan ve bunun için de var olan şahsımın âletleri olarak kullandığım obje'lerin algıları; -bütün bunlar sezgidirler.» (13) Bütün bu obje'ler, içinde yazı yazdığım oda, mürekkep hokkası, kalem, v.b. bana real olarak verilmiş Objelerdir. Ama, öte yandan bunları ben bireysel fizyonomileri içinde kavrar ve ifade ederim. Bu yönden de onlar sezgilerdir. O halde belli bir açıdan sezgi ile algı birbiri ile örtüşüyor. Ama, tümü ile örtüşmüyor. Çünkü, Croce'ye göre, «bir başka odada, bir başka şehirde, bir başka kalemle, bir başka kâğıt üzerinde ve bir başka mürekkep hokkası ile yazı yazıyormuşum gibi kendi hakkımda bir başka ben'in imgesi aklımdan geçerse, bu da aynı şekilde bir sezgidir.» (14) Fakat, şüphesiz, bunlar hiç bir yolda algı değildirler, bize hiç bir real objeyi bildirmezler. Gerçi onlar hayaldir, fantazidir, ama, onları da ben bireysel fizyonomileri içinde kavrarım, real objeleri kavradığım gibi. Bunun için de onlar sezgidir. Buradan sezgi ile algı arasındaki ayrılık bütün açıklığı ile ortaya çıkar. Algı, realite, gerçeklik ile ilgili olduğu halde, sezgi gerçeklik ile ilgili olur da olmıyabilir de. «Bunun söylemek istediği şey şudur: Realite (gerçeklik) ve non-realite (gerçek-olmayış) arasındaki ayrılık, sezginin asıl özüne tamamen yabancıdır, bu, ikinci dereceden bir şeydir. Tinsel varlığa sahip bir insanın ilk defa hayatında bir sezgiye sahip olduğu bir hal kabul edilirse, o zaman öyle görünür ki, bu insan sadece fiilen var olan gerçekliği sezgi yoluyla bilebilir ve bunun için de yalnız gerçeklik ile ilgili sezgilere sahip olur. Fakat gerçeklik bilinci, real ve irreal tasarımlar arasındaki ayrılığa dayandığına ve böyle bir ayrılık da ilk bakışta var olmadığına göre, bu adı geçen sezgiler hakikatte ne real ile ilgili sezgilerdir ne de irreal ile ilgili sezgilerdir, onlar algı da olmayıp salt sezgilerdir.» (15)

Sezginin duyum ile ilgisine gelince: Croce'ye göre, duyum, tinsel etkinliğe karşıt bir alana, madde alanına girer. Bu bakımdan, duyum, sezginin tamamen dışında, ötesinde yer alır. «Bu sezgi bilgisinin alt sınırının bu yanında duyum, yani madde bulunur ve salt madde olması bakımından tin onu kavrıyamaz.» (16) Duyum, madde, sezginin tinsel etkinlik olmasına karşılık, eylemsizliktir. «Madde, soyutluğu içinde, mekanizm'dir, pasifliktir; madde, insan tininin karşılaştığı, maruz kaldığı bir şeydir, fakat meydana getirmediği bir şeydir.»(17) O halde sezgi ve duyum, biri etkinliğe, öteki eylemsizliğe dayanmaları ile kesin olarak birbirinden ayrılır.

Sezgi öte yandan tasavvurla da hem bir ayrılığı hem de bir aynılığı gösterir. Bu, tasavvur deyince anlaşılan şeye bağlıdır. «Eğer tasavvur deyince, ruhi alt yapıdan yukarıya fırlayan ve oradan çözülüp kurtulan bir şey anlaşılırsa, ozaman tasavvur sezgidir. Fakat tasavvur bir karmaşık duyum olarak anlaşılırsa, o zaman yine kaba duyuma dönülmüş olur; bu kaba duyumun, zengin veya yoksul oluşu ile, gelişmiş veya gelişmemiş bir organizmada gerçekleşmesi ve geçmiş duyumların izlerini taşıması ile niteliği değişmiş olmaz» (18) Denebilir ki, tasavvur duyum olmaktan, madde olmaktan kurtulur ve tinsel bir nitelik elde ederse, o zaman sezgi ile aynı şey olabilir. Eğer madde, duyum karakteri ağır basarsa, o zaman sezgi ile hiç bir yönden örtüşemez.

3.

Demek oluyor ki, tinsel bir etkinlik olan sezgi (intuition) kavramdan, kavramın zihni bir etkinlik olması ile, duyum ve tasavvurdan da, duyum ve tasavvurun eylemsizliğe, maddeye dayanmaları ile, algıdan da, algının gerçeklikle zorunlu olarak bağlı olması ile ayrılır. Ama, bütün bu ayırmalar ile sınırları belirlenmek istenen sezginin kendisi nedir? bu henüz açıklanmış değil. Sezgi sezgi olarak nedir? Yukarda sezginin bir tinsel teorik etkinlik olduğunu söyledik. Fakat, böyle bir etkinlik olarak sezgi nedir? ve nasıl meydana gelir? Sezginin temel niteliği nedir? Öyle bir nitelik ki, bu nitelik ile kolayca biz sezgiyi sezgi olmıyan şeylerden ayırt edebilelim? Croce'ye göre, «hakiki sezgiyi, hakiki tasavvuru, ondan daha derinde bulunan şeyden, tinsel eylemi. mekanik, eylemsiz (pasif) tabii olgudan (fatto, Faktum) ayırmak için, güvenilir bir yöntem daha vardır: Her hakiki sezgi veya tasavvur, aynı zamanda ifadedir (espressione, Expression). Bir ifade halinde objektivleşmeyen bir şey ne sezgidir ne de tasavvurdur, o, duyumdur ve tabiat alanına girer. Yalnız tin (spirito, Geist), yaratıcı olarak etkin olmak ve ifade etmekle sezgi aracıyla bilir.» (19) O halde sezgi ifadedir. Bu anlamda da objektifleştirme ya da dışlaştırmadır.

Ama, şimdi şunu sorabiliriz: Sezgi, neyin ifadesidir? Sezgide objektivleşen, dışlaşan şey nedir? Buna Croce şöyle yalın ve kesin bir karşılık verir: «Sezgide biz, kendimizi, empirik bir varlık olarak dış gerçeklik karşısına koymayız, daha çok, hangi çeşitten olursa olsunlar, izlenimlerimizi şartsız olarak objektivleştiririz.» (20) İzlenimlerimizi dışlaştırmak, sezgiyi sezgi yapan temel niteliktir. Fakat, izlenimlerimizi dışlaştırmanın gerçek anlamı nedir? İzlenimlerimizi dışlaştırmakla biz aslında ne yapmış oluruz? Croce'ye göre, izlenimlerimizi dışlaştırmakla onlara biçim vermiş oluruz, onları ifade etmiş oluruz. «Bir kimse, sahip olduğu izlenimlere ve duygulara aslında şekil verebilirse, ancak bundan sonra o kimse içinde sakladığı nuru ifade etme yeteneğine sahip olur. Duygular ve izlenimler, ancak kelime sayesinde ruhun karanlık ülkesinden çıkarak kontemplativ tinin aydınlık ışığına ulaşırlar.» (21) Buradan anlaşıldığı gibi, sezgide tin, izlenimlere, duyum ve duygulara biçim verir, böylece de onları maddeden, eylemsizlikten kurtarır. Tin, bu anlamda, bir biçim verme varlığı ve prensibidir.

Biçim vermek ifade etmektir ve ifade etmek de sezgi ile bilmektir. Bir bilme etkinliği olan sezgi, ancak, ifade ederek, dışlaştırarak, izlenim ve duygulara biçim vererek bilme etkinliğinde bulunabilir. «Sezgi etkinliği, ifade ettiği sürece bilir. Bu cümle paradox gibi geliyorsa, bunun nedenlerinden biri, şüphesiz, `ifade' kelimesinde, onu sırf sözcül (verbal) ifadeler denen ifadeler için kullanmamızdan doğan çok dar bir anlam verme alışkanlığımızda bulunur; fakat çizgiler, renkler, tonlar gibi sözcül (verbal) olmıyan ifadeler de vardır.» (22) İzlenim ve duyguları ister sözle isterse renkler, çiz­giler ve seslerle dışlaştıralım, bunların hepsi birer ifadedir, tinin bir biçim vermesidir. «Bunun için ifade, insanın her çeşit manifesta­tion'unu, hatibin, müzisyenin, ressamın ve dalıa diğerlerinin mani­festation'larını içine alır; ifade, ister resim veya müzik veya başka lıerhangi bir şey olarak tasvir edilsin veya adlandırılsın, bu, ma­nifestation'ların hiç birinde ifade, kendi özü bakımından ayrılamaz olduğu sezgiden yoksun olamaz.» (23) İfade, bir manifestation ola­rak sezgidir ve sezgi de bilgidir. Buna göre, sezgi ile bilmek izlenim ve duyguları dışlaştırmak, onlara biçim vermektir, izlenim ve duy­guları «ruhun karanlık ülkesinden çıkarmak», kurtarmak demek­tir. Kısacası, sezgi ile bilmek, bir şeyi ifade haline getirmek, objek­tivleştirmektir. «Eğer geometrik bir figür hakkında, onu doğrudan doğruya bir kâğıt veya yazı tahtası üzerine resmedebilecek kadar bir salt imgeye sahip olmazsak, bu geometrik figürü sezgi ile nasıl bilebiliriz? Bir bölgenin, örneğin Sicilya adasının çevresini, eğer onu bütün meandrik çizgileri ile çizemeseydik, sezgi ile nasıl kavrıyabilirdik ?» (24) Bu bakımdan dışlaştırmak, ifade etmek, zorunlu ola­rak sezgisel bilme ile aynı anlama gelir. «Bu bilgi olayında sezgiyi ifadeden ayırmak imkânsızdır. Sezgi ifadeyle beraber doğar, zira, sezgi ve ifade iki ayrı şey değil, tersine bir ve aynı şeydir.» (25) 0 halde buradan şu çıkar ki, «sezgi ile bilmek ifade etmektir; ve ifade etmekten (ne daha çok ne dalıa eksik değil) başka bir şey değildir.» (26)

4.

İmdi sezgi bilgisinin izlenim ve duyguları dışlaştırmak ve on­ları ifade etmek olduğunu tespit etmiş bulunuyoruz. Ama, şimdi bu­rada yeni bir soru karşımıza çıkıyor: Bu bilmenin alanı ve sınırları nedir? Başka türlü söylersek, bu biçim verme, bu dışlaştırma nerede meydana gelir? Tabiatıyla bu dışlaştırma en yetkin haline sanat eserlerinde kavuşur. Sanat dünyası, bu biçimlendirmenin örnekleri­dir. Nitekim bu Croce için de böyledir. «Sanat eserlerini sezgi bil­gisi için örnek olarak göstermek ve sanat eserlerine sezgi bilgisi yormakla, sezgi veya ifade bilgisini estetik veya sanat olgusu ile candan aynılaştırdık.» (27) Fakat, estetik veya sanat olgusu ile aynılaştırılan sezgi nasıl bir sezgidir? Bu soru, düşünürler arasında bazı anlayış farklılığına sebep olur. Çünkü, «(sezgi ile sanatı) bu aynılaştırmaya karşı, bir çok filozofun ayrıntılariyle temsil ettik­leri bir görüş, sanata tamamen özel çeşitten bir sezgi olarak bakıla­bileceğini söyler. Biz (deniyor), sanatın sezgi olduğunu kabul ediyoruz, fakat sezgi her zaman sanat değildir: sanat sezgisi, özel çe­şitten bir sezgi olup, genel sezgiden daha fazla bir şey olmasıyla ayrılır.» (28) Acaba gerçekten sanat sezgisi özel çeşitten bir sezgi midir? Eğer öyle ise, genel sezgiden farklı bir sanat sezgisi olacak­tır ve bu da özellikle sanatta kendini gösterecektir. Gerçekten genel sezgiden farklı bir sanat sezgisi var mıdır? Croce buna yoktur diye karşılık verir ve Croce'nin sanatı genel sezgi bilgisine bağlaması, diyebiliriz ki, Croce estetik'ine en original ve en temel niteliliğini verir. «Sanat ve sezgi bilgisini aynılaştırmamıza sıkıca sarılmak ge­reğindeyiz; zira, sanatı günlük tinsel hayattan ayırma, onu kimbilir hangi aristokratik circulus ve bir tekil etkinlik ile sınırlama, este­tik'in sanat-bilimi olarak bu ruh hâlinin hakiki özüne, hakiki kök­lerine nüfuz etmesine engel olan en önemli sebeplerden biridir.» (29) O halde sanat sezgisi diye genel sezgiden apayrı bir sezgi yoktur. Bununla şimdiye kadar günlük hayattan ve günlük sezgilerden, hayat gerçeğinden bağımsız, kendine özgü, lüx bir etkinlik alanı ola­rak düşünülen sanatı, Croce, gündelik sezgi bilgisine bağlıyor ve böylece sanatı gündelik hayat gerçeğinin içine sokuyor. «Hiç kimse, fizyolojiden öğrendiği her hücrenin bir organizma olduğu ve her or­ganizmanın bir hücre veya hücrelerin bir sentezi olduğu bilgisi karşısında şaşmaz; hiç kimse dağ doruklarında, küçük bir kayayı veya bir taş parçasını meydana getiren şeylerin aynı kimyasal eleman­lar olduğunu öğrenince şaşırmaz; büyük hayvan fizyolojisinden ayrı küçük hayvanlar fizyolojisi yoktur; dağların kimyasından başka olan bir kayalar kimyası yoktur.» (30) Aynı şekilde, gündelik hayat sezgileri ile sezgi bilgisinin en yetkin şekli olan sanat etkinliği ara­sında bir öz farkı, bir nitelik ayrılığı olmıyacaktır. İster gündelik hayat sezgisi olsun, isterse sanat sezgisi olsun, aynı öz tarafından oluşturulur. Tıpkı zihni etkinliğin en yalın kavramları meydana ge­tirdiği gibi en karmaşık yargı ve tasımları da meydana getirmesi gibi. «Aynı şekilde, bir büyük sezgi bilimi yanında küçük sezgilerin bir bilimi de yoktur, bir sanat sezgisi bilimi yanında bir gündelik sezgi bilimi yoktur; tersine, estetik ve sanat olgusunun kendisinden ibaret olduğu sezgi veya ifade bilgisinin bilimi olarak sadece ve yalnız biricik bir estetik vardır. Bu estetik, en yalın ve en alalade kavramların meydana gelişini olduğu gibi, en karmaşık bilimsel ve felsefi sistemlerin konstruktion'larını da ele alan mantığa benzer, zira, her ikisi de bir ve aynı özdedir.» (31) O halde gündelik sezgiler­den en yüksek sanat sezgilerine kadar bir tek sezgi olduğu gibi, aynı şekilde bütün bu sezgileri inceleyen bir tek bilim vardır: Estetik.

5.

Croce'nin ulaştığı bu sonuç, çağdaş estetik teorisi yönünden önemli bir sonuçtur. Çünkü, Croce için estetik bir lüx etkinlik ol­mayıp, kökü gündelik hayat sezgileri içine girmiş bulunan temel bir etkinliktir. Bu sezgi bilgisi etkinliği, zihni bilgi kadar, hatta ondan dalıa temelli ve ondan daha önce gelen bir bilgi etkinliğidir. Bi­liyoruz ki, «sezgiler olmadan hiç bir kavram mümkün değildir.» (32) Bu bakımdan sezgi bilgisi, bütün teorik etkinlik, yani bilgi etkin­liği için en temel bir bilgi biçimini gösterir. Bu anlayışı ile Croce, estetik olayı bir bilgi olayı olarak kavrıyan düşünürlerden, örneğin yazımızın başında işaret etmiş olduğumuz Platon ve Baumgarten'dan pek çok ayrılır. Gerçi onlar için de sanat etkinliği ya da estetik etkinlik bir bilgidir, ama bu bilgi Platon'da doğruluktan yok­sun, aldatıcı bir duyusal bilgidir (doxa), Baumgarten'da aşağı bilgi­dir (cognitio sensitiva). Buna göre de estetik, mantığın bir gnoseo­logia superior (yukarı bilgi teorisi) olmasına karşılık, bir gnoseologia inferior (aşağı bilgi teorisi) olacaktır. Çünkü mantığın konusu açık ve seçik bilgiler olduğu halde, estetik'in konusu, karmaşık ve bulanık bilgilerdir, duyu bilgisidir. Croce, estetik'in aleylıine olan bu durumu ortadan kaldırmak ister ve estetik'e mantık karşısında şerefli bir yer sağlamak amacı güder. Bunun için estetik'i, sezgiyi, gündelik sezgilerden başlıyarak en yüksek sanat sezgilerine kadar inceliyen bir temel bilgi olarak temellendirmek ister. Böyle bir te­mellendirme içinde estetik, bir lüx etkinlik olmaktan çıkar, günde­lik hayatın içinde kökleşen bir ana bilim olur.

Ayrıca estetik'in böyle genel ve temel bir sezgi bilimi olmasıy­la, sanat ve sanatçı yönünden de bazı sonuçlar ortaya çıkıyor. Şöyle ki, sanat etkinliği ile gündelik sezgi arasında hiç bir öz ve nitelik ayrılığı yoktur. Acaba sanat sezgisine sahip olan sanatçı ile yalnız gündelik sezgilerle iş gören sanatçı –olmıyan- insan arasında na­sıl bir ayrılık bulunacakdır? Croce'ye göre, bu ayrılık bir öz ayrılığı olmıyacaktır, bir nitelik ayrılığı olmıyacaktır, fakat bir nicelik ay­rılığı olacaktır. Croce'ye göre, sanatçı dehasının tanrısal bir özde ka­bul edilmesinin ve bir deha kültüne varmanın nedeni, gündelik sez­gilere sahip olan insan ile sanatçı sezgileri arasında bir öz ve bir nitelik ayrılığı görmede bulunur. «Büyük sanatçıların bizi bizim için ortaya koydukları söylenir. Fakat onlarınki ile bizim fantazimiz arasında öz bakımından bir aynılık olmasaydı, bu aynılık yalın bir nicelik içinde verilmemiş olsaydı, o zaman bu nasıl mümkün olacak­tı? Poeta nascitur (şair şair olarak doğar) yerine daha iyisi homo nascitur poeta (her insan biraz şair olarak doğmuştur) denmeli; bi­rinciler küçük şairler, ötekiler büyük şairler. Bu nitelik ayrılığı bir nitelik ayrılığı yapıldığı için, deha kültünün, dehaya karşı boş inan­cın doğması mümkün olmuştur; bu arada dehanın gökten inmediği, tersine insanlığın kendisi olduğu unutulduğu için.» (33) Sanat sez­gisi gibi sanatçı dehası da insanidir, bütün insanlar için ortak bir insani temele dayanır. Sanat dehası için, insani temelin dışında tan­rısal bir temel aramak, sanatın değerini yüceltmiyeceği gibi, sanat­çıyı da yüceltmiyecektir. Tersine, «bu insanlıktan uzak bulunan veya uzak bulunuyor gibi görünen deha sahibi bir insan, cezasını biraz gülünç görünmede bulur. Romantizmin dehasında ve günümüzün üst-insan'ında olduğu gibi.» (34) Sanatın ve sanatçının insanileştiril­mesi bir hümanizmi gösterir. Sanatı ve sanat dehasını hayatın içine sokması ve onlara sağlam bir insani temel sağlaması, ancak, Croce'nin genel hümanist tavrı ile açıklanabilir.



Notlar:
1) Platon, Devlet, 596 d, e.
2) Aynı eser, 601 a.
3) Bak: İ. Tunalı, Grek Estetik'i.
4) Bunun için bak: İsmail Tunalı, Kant Estetik'i ve Problemleri, Felsefe Arkivi, sayı 14, İstanbul 1963.
5) B. Croce, İfade Bilimi ve Genel Lingüistik olarak Estetik, s. 37, Atatürk Üniversi­tesi Yayınları, Erzurum 1969.
6) Aynı eser, s. 48.
7) Croce, Estetik, s. 48.
8) Aynı eser, s. 1.
9) Aynı eser, s. 1.
10) Croce, Estetik, s. 17.
11) Aynı eser, s. 17.
12) Aynı eser, s. 1.
13) Croce, Estetik, s. 2.
14) Aynı eser, s. 3.
15) Aynı eser, s. 3
16) Aynı eser. s. 4.
17) Aynı eser, s. 4.
18) Aynı eser, s. 6.
19) Aynı eser, s. 6.
20) Aynı eser, s. 3.
21) Aynı eser, s. 7.
22) Aynı eser, s. 6.
23) Aynı eser, s. 6.
24) Aynı eser, s. 7.
25) Aynı eser, s. 7.
26) Aynı eser, s. 9.
27) Aynı eser, s. 10.
28) Aynı eser, s. 10.
29) Aynı eser, s. 11.
30) Aynı eser, s. 11.
31) Aynı eser, s. 12.
32) Aynı eser, s. 17.
33) Aynı eser, s. 12.
34) Aynı eser, s. 12.

Makale Detaylar

Gönderen: webmaster

Kategori: Makale ve AraştırmalarMakalelerBenedetto Croce’de Estetik’in Bir Bilgi Problemi Olarak Temellendirilmesi

Derecelendirme: %100

Yazar İletişim: Unknown

1 kişi yorum yapmış.

CINNET - 31.08.2006
konuyla az ya da çok bütün arkadaşların, bu ve benzeri makalelerin çıktısını almaları gerek diye düşünüyorum.bu sayede,-şayet uzun solukluy araştırmalara girmek gibi bir eğilimleri yoksa bile en azından özele indirgenmiş bir konuyla ilgili seçkin bir yazıyı-dersi-sunumu yakalamış olacaklardır.kanımca,bu tür internet sitelerinin gayesi de bu olsagerek.

ben Platon ve estetik üzerine okuyup düşünmeye uzun süre evvel başladım.Tunalı`nın bu makalesinde -maalesef mekanize bir dil hakim olsa da- farklı tanılar gördüm.bahsedilen bilginin duyusal bilgi değil ama Platon`daki şakliyle sezilir bilgi olduğunu biliyordum.yeniden okumam ve düşünmem gerekecek.

son bir değinme yapmadan geçemeyeceğim;aslında felsefe,hiçbir zaman karmaşık ve içinden çıkılmaz bir yapı anlamına gelmemiştir.filozofun çilesi,felsefeden değil toplumlardan kaynaklıdır.felsefe edimi de hiçbir zaman karmaşık ve mekanik bir dili gerektirmemiştir.felsefe,çöümleyici bir edim olduğundan sadeliği ön görür.bir çok büyük filozofta bu sadeliği görürüz ama nedense sadece Cumhuriyet dönemi Türk düşünürlerinde -yukarıdaki makalede de olduğu gibi- adeta labirenti andıran anlatım biçimine rastlarız.ne Platon,ne Mevlana... ne J.P. Sarte ,ne de bir başka dünya çapında düşünür,böyle karman çorman bir dil kullanır.özellikle felsefenin doğuşu göz önüne alındığında felsefe,bu tür bir yöntemle asla uyuşmaz.neden,diye soruyorum kendime?Cumhuriyet devrimleri sonrası her alanda olduğu gibi felsefe alanında da Paris`e (Sarte,Rimbaud vs.bütün avrupalı düşünürler Paris`i yobaz bir kent olarak gördü bugüne dek)adam yollamaktan geriye kalmadığımız için mi?o dönemde oluşmaya başlayan aşağılık duyguları,Doğu`yu topyekun yobaz sayma güdüsü ve her değeri devrimin sahibi Atatürk`ün aksine ve güya Atatürkçülük iddiasıyla halktan koparma çırpınmalarıyla mı oluştu bu "yüksek dağları ben yarattım" hissi.?felsefe bu değildi...

Sadece üyeler yorum yazabilir. Üye olmak için tıklayın.